15 Temmuz’da İstanbul’da şehit oldu.
O gece yanımızdaydı Jouad Merroune. Faslıydı. Daha doğrusu Mağribli. “Güneşin battığı yer” demek Mağrib. Sonrası okyanus. Osmanlı’dan hatıra bu isim. Osmanlı’nın barış adasının en batı ucundaydı ülkesi. “Yabancı uyruklu” diye düşüyor resmi kayıtlara adı ama hiç de öyle değil. Aynı secdeye baş koyduğumuz iman kardeşimiz. Aynı kıbleye döndüğümüz can kardeşimiz. Jouad Merroune, Osmanlı’nın çekilişiyle ülkesinin nice fırsatçının elinde sömürgeleştiğini çok iyi biliyor olmalıydı. Belki dedesinden duydu; belki okudu. Belki onun da dedesi vardı Çanakkale’de. İşgale karşı duruşun, istiklâl için direnişin hasreti olmalıydı kalbinde. Hasreti vuslat oldu o gece. 15 Temmuz gecesi, kendi ülkesini ve nicesini köklerinden koparan, özgürlüklerini elinden alan şer bloğunun karşısında buldu kendini. Biliyordu ki, ülkesini özgür kılan, inancıyla yaşamasını sağlayan medeniyet bu topraklarda başlamıştı, bu topraklarda yeniden yeşerebilirdi. Bizim tarafımızda olmayı tercih etti. İstiklâlin tarafında. Güzellerin safında. Şehitlerin arasında.